25 Ocak 2012 Çarşamba

WE WERE SOLDIER TOO

Beni tanıyanlarınız bilir. Kardeşim 3 hafta evvel askere gitti. Gitmeden önce bir takım anılarımı paylaşıp nelere dikkat etmesi gerektiğini anlattım fakat birazdan okuyacaklarınızı kötü örnek teşkil etmemesi için unutmuşluktan geldim. İşin aslı ben askerde de pek uslu durmadım...

Acemi birliği bitmiş, akabinde 16 tane komando, JEST (Jandarma Eğitim ve Spor Tesisleri) Komutanlığı'na gönderilmiş burada 3 ay kadar nöbet ağacı görevimizi ifşa ettikten sonra gerçek birliğimiz olan Ankara'daki TSK Lojistik ve İnsani Yardım Tugayı'na teslim olmuştuk. Bu tugay direkt Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı olarak kurulmuştu ve ilk askerleri bizdik. Ve kuruluş aşamasında olan bu birliğin askerlerle pek işi yoktu.

Şöyle ki; bazı günler içtima işlemi gerçekleşmiyor, biz yemeğe gittiğimizde komutanlarımız bize,

- Birşeye ihtiyacınız var mı? Herşey yolunda mı? 

diye soruyorlardı. Yattığımız koğuşlar birliğimize yaklaşık 1 km. uzaklıkta eski bir askeri itfaiye binasıydı. Öyle ya birlik yeni kuruluyordu ve henüz binası bile yoktu.

O kadar başı boş günlerimiz oldu ki, özellikle kışın gün boyunca yataklarımızdan çıkmıyor, geceleri ise ranzalarımızda colasına ve bisküvisine batak partileri çeviriyor ve bunu haftalarca devam ettiriyorduk.

Kış bitmiş ve bizde inimizden çıkmıştık. Ama batak partileri zaman ve mekan dinlemiyordu.




Oyun oynamadığımız zamanlarda ki genelde öğle yemeğinden sonra fotoda gördüğünüz çimlere yatıp siesta yapıyorduk.

İşte o günlerden birinde, nereden aklıma geldi nereden esti bilmem, bir ağacın gölgesinde kum öküzü gibi uyuyan bir arkadaşımla uğraşmaya başladım. Ama ne uğraşı; nefesimi tuta-tuta, şekilden şekle gire-gire.. Kalem ile alnına ince ince yazdığım yazı daha sonrasında birlikte ve hatta kışlada dilden dile dolaşacak, benden ise 10 dakika sonrasında yusuf yusuf sesleri çıkaracak olan o yazı.. 



Lafı fazla uzatmayayım yakalandım. Hatta nöbetçi subaya kendim teslim oldum, yoksa sizinde tahmin edeceğiniz gibi tüm bölük ceza alacaktı. Nöbetçi subay sadece,

-Bunu yapan asker akşam yemeğinden sonra bölükte beni bulsun!!

demiş ve gitmiş. Yemekten sonra bastım gittim odasına. Dayaksa dayak cezaysa ceza başa gelen çekilir, hem uslu dursaydın işin gücün zibidilik, ibişlik..

Odada bir yüzbaşı (Y) ve bir astsubay (A) oturmuş muhabbet ederlerken kapıyı vurdum girdim içeri. Kısa tekmilimi verdikten sonra,

B- Beni emretmişsiniz komutanım.. ( 'nolacaksa olsun lannn' diyorum içimden)
Y- Sen kimsin olm?
B- Komutanım gündüz yaşanan olay için çağırmışsınız beni.
Y- Haaa... Astsubayım biliyomusun bu asker napmış?
A- Hayırdır komutanım?
Y- Anlat lan ne yaptığını!!
B- Bir arkadaşımızın alnına yazı yazdım komutanım.
Y- Ne yazdın peki oğlum?
B- Komutanım ayıp şey yazdım.
Y- Ne yazdın peki?
B- Komutanım....
Y- Söylesene lannn ne yazdığını!!!!!
B- Göt yazdım komutanım!!
A- Puhahahahahahaha
Y- Puhahahahahahahah
A- E nasıl yazdın oğlum?
B- Komutanım, arkadaş uyuyodu, bende yazdım..
A- Uyanmadı mı oğlum?
B- Yok komutanım uyanmadı.
A- Ulan ne mal adamlar var arkadaş yaa..
Y- Tamam oğlum sen koğuşa git şimdi yarın bölük komutanına anlatırsın durumunu.
B- Emredersiniz komutanım.

diyip çıktım odadan. Asıl iş şimdi başlıyordu işte. 

Bölük komutanımız süper bir adamdı ama süperde dayak atardı. Elleriyle saniyede 4-5 tokat atabilen, değme makineli tüfeklere taş çıkaran bir yüzbaşıydı. 

Ertesi gün tırsa tırsa girdiğim bölük komutanımızın odasından kahkaha sesleriyle çıkarken, aklımda sadece ''neden ceza almıyorum, neden dayak yemiyorum, neden, neden?'' soruları çalkalanıyordu. 

1 hafta sonra tüm sorularımın cevabını aldım. Bölük komutanı beni odasına çağırıp,

-Tugay komutanımız geliyor. Ona bir koruma ve haberci lazım. Sen olacaksın!!
-Emredersiniz komutanım.
-Hadi bakalım sen uyanık bir çocuksun. Sakın bir şikayet duymiyim.
-Emredersiniz komutanım.
-Şimdi yukarı çık. Tugay komutanının karşısındaki oda sana ait olacak. Komutanın tüm eşyalarından sen mesul olacaksın.
-Emredersiniz komutanım.
-Bölük astsubayına git seni nöbetten düşürsün.
-Emredersiniz komutanım.
-Bla bla bla..
-Emredersiniz komutanım.
-Hebele hübele kümele..
-Emredersiniz komutanım.



Yukarıda gördüğünüz oda bana aitti. Sabah komutanı evden alıp kışlaya getiriyor, gün boyu her zile bastığında (beni zille çağırırdı) odasına giriyor, akşam da evine bırakıp geliyordum. Yani sabah ve akşamları koruma, gün içerisinde ise haberci oluyordum. Güzel ve rahat günlerdi vesselam..

Yine bölük komutanımızın bana güvendiği başka bir konu ise futboldu. Birgün beni çağırıp,

-Sen futbol oynamışsın doğru mu?
-Evet komutanım.
-Nasıl iyi mi oynarsın?
-Evet komutanım.
-Komutanlıktan yazı geldi turnuvaya katılıyoruz. Sen de oynuyorsun.
-Emredersiniz komutanım.



Şimdi askerlik anılarıma tekrar dönüp baktığımda güzel günlerimin geçtiğini hatırlıyorum. Hiç sıkıldığımı hatırlamıyorum. Hep gülerdik, eğlenirdik...



Kardeşim gidince sardım ben bu anılara. Özledim hıyartoyu..