20 Eylül 2011 Salı

DEVASA VE ÇOK YAVAŞ HAREKET EDEN CAMDAN DÖNER KAPI

Gözlerim birden açıldı. Hemen, acaba alarmı yine mi duymadım diye düşündüm. Yerimden fırlayıp, alarmı ertelememek için geceden senaryosunu kurup uzağıma koyduğum telefonuma uzandım. Henüz planladığım uyanma zamanıma 15 dakika vardı. Sevindim. Çünkü böyle sabahların günü genelde hep güzel geçerdi.

Kardeşimin odasına gidip onun alarmını da kapatmak istedim. Geceden onu da tembihleyip, alarmını kurmasını, uyanınca da gelip beni uyandırmasını istemiştim. Gerek kalmamıştı. Odasına girip telefona uzandım.

Biraderim olacak zat o kadar güzel uyuyordu ki, her nefes alış verişindeki ahenk, yüzündeki gülüyormuş hissi uyandıran mimik, bende kendisine sarılma arzusunu uyandırdı. Elimde telefonu yanına yavaşça uzanıp sarıldım. Yakında askere gidecek olması içimi burkuyordu ama kötü düşünmek istemiyordum. Çünkü evren bizim ne düşündüğümüzle değil nasıl düşündüğümüzle ilgilenir ve bizi bununla yüzleştirir desturunu öğrenmiştim. Yüzüne rahatsız etmeden küçük bir buse bırakıp yavaşça kalktım ve alarmını iptal ettim.

Şimdi gün içine ayarlanmış toplantılar için hazırlanma zamanıydı. Önce duş mu alsam yoksa kahvaltı mı yapsam diye düşünürken tok karnına duşa girilmemesi gerektiği aklıma geldi. Hızlı bir duş ardından biraz özensiz hazırlanmış kahvaltının ardından ne giymeliyim diye düşünmeye başladım.

Beyaz gömlek, severek aldığım ve giydiğim yeni kot pantolonum ve süet ayakkabımla evden ayrıldım. İlk toplantım evime yürüyerek 20 dakika olarak hesapladığım mesafede idi. Havanın sıcaklığı beni terletir mi diye düşünüp önce taksiye binmek istedim. Sonra yavaş yürüyerek bu sorunun üstesinden gelebileceğimi düşündüm. Küçüklüğümden beri hep, bir yerlere yetişmeye çalışmam, birilerinin yanına ulaşmam, işi hemen yapıp bitirme arzusu beni hızlı olmaya yönlendirmiş hatta yavaş hareket eden insanlara karşı negatif duygular beslememe neden olmuştu. Ama bu sefer bende yavaş olmalıydım.

Firmanın bulunduğu binaya girdim. 3. mü yoksa 4. kat mı diye düşündüm önce. Daha geçen hafta gelmiştim ve şimdi hatırlayamıyordum. Sanırım bu benim için gereksiz bir bilgiydi ve bende beynime bu bilgiyi kaydetmemişim diye düşündüm. En iyisinin 4. kata gidip bakmak şayet orada değilse merdivenleri ''inmek'' olarak karar verdim ve kata çıktım.

Kapıyı açan bayan kiminle görüşeceğimi ve kim olduğumu öğrenip firma sahibinin odasına gitti. Bende yavaş yavaş açık olan kapıya yaklaştım. Bayan adımı söyledi. Firma sahibi ise sanki daha önce tanışıp 3 kere toplantı yapmamışız, 7-8 kere telefonda görüşmemişiz, bu güne ve saate toplantı koymamışız gibi;

-Ufuk bey kim yaaa? dedi..

Adamın, daha önceki toplantılarımıza dayanarak ne kadar ukala olduğuna zaten karar vermiştim. Böyle şeylere ne gerek vardı ki.. Aslında gözümde hiçte ulaşılamaz yerde olmadığını, beni etkileyemediğini verdiğim bütçeden anlamalıydı.

1 saat süren toplantı sonrası tokalaşıp ofislerinden ayrıldım. Yine isteklerimi kabul ettirmiştim. Şimdi beni istediği kadar tanımayabilir dedim kendi kendime. Asansörle aşağı inerken aynada kendime bakıp göz kırptım. Gülümsedim. Deli miyim neyim diye düşünmedim hiç. Ben bunu hep yapıyordum. Belki de kendimle çok barışıktım. Bilemedim.

Günün ikinci toplantısı 5* bir otel ile olacaktı. Biraz uzak mesafede olduğu için bir taksi çevirip arka koltuğuna kuruldum. Artık taksiye bindiğimde arka koltuğu tercih ediyordum çünkü ön koltuğuna oturduğum her taksinin şoförü sanki beni yıllardır tanıyormuş gibi muhabbet ediyor, enerjimden enerji yiyor ve bu beni hiç mutlu etmiyordu. Hatta mutsuz ediyordu. Arka koltukta oturduğumda ise herşeyi bilen, her lafa bir cevapları olan, bilmedikleri konulara ''bence'' diye başlayan bu şoför insanları, oluşturduğum görünmez duvarı bir türlü aşamıyorlardı. Aralarında çok iyi insanlarda vardı mutlaka, ama...

Normalde 5-6 dakikada gideceğimiz yolu trafik yoğunluğundan 20 dakikada katedip otelin önünde durduk. Eskiden trafiğe soktuğum şoförlerden inerken özür dilerdim. 2-3 lira para üstü kalsa almazdım. Aslında bu onun işiydi ve o bu işi yaparken oluşabilecek zorlukları kabul ederek yapıyordu. Evet belki bir özür benden hiç birşey almaz dilim eskimezdi ama gerek yoktu. Sonuçta dileyeceğim özür gereksiz kullanılmış bir cümleden ibaret kalacaktı. Dilemedim.

Devasa ve çok yavaş hareket eden camdan döner kapıdan geçerken çocukluğumuzda oyuna başlamadan önce kendi takımımızı belirlemek için yaptığımız adım atmaca aklıma geldi. Hani şu sağ ayak parmaklarımızın önüne sol ayak topuğumuzu daha sonra sol ayak parmaklarımızın önüne sağ ayak topuğumuzu koyduğumuz hareket. Çünkü döner kapı gerçekten çok yavaştı ve ben gerçekten adım atmaca yapıyordum. Yere bakarak gülmeye başladım. Sonra biraz daha güldüm.

Kapıdan ayrılırken kafamı kaldırdım ve 2 güvenlik görevlisinin bana bakarak güldüklerini fark ettim. Biraz daha güldüm ama rezil olduğumu düşünmüştüm. Güvenlik dedektöründen geçtiğimde sadece güvenlik görevlilerine değil 2 concierge elemanına, karşılama masasında oturan 2 wellcoming hostese ve 2 bellboya daha rezil olduğumu anladım. Bana gülümseyerek bakan tüm personele gülümseyerek kafa selamı verip bunların işi gücü yok mu diye düşündüm.

Resepsiyona gidip toplantım olan bayanın ismini söyledim. Lobby katının bir köşesinde bulunan telefonları gösterip direk arayabileceğimi söylediler. Hanımefendiyle iletişime geçtik. Beni 10 dakika kadar bekleteceğini ve bunun için özür dilediğini belirten hanıma, işlerini bitirip gelebileceğini benim için sorun olmadığını söyledim. Zaten biraz erken gelmiştim. Dışarı çıkıp bir sigara içtim ve tekrar içeri girip her tarafı gören bir koltuk seçip oturdum.

15 dakika sonra telefonum çaldı. Arayan tabii ki hanımefendi. O an fark ettim ki biz daha önce birbirimizi hiç görmemiştik. Çok mailleşmiş, hatta maillerde bir samimiyet bile yakalamıştık ama tipi hakkında en ufak bir bilgim yoktu. Telefon konuşmalarımızdaki sesinden güzel olabileceğini tahmin ediyordum sadece..

-Alo?
-Alo Ufuk Bey ben şimdi lobbydeyim siz nerdesiniz?

Hemen ayağa kalktım ve etrafı süzmeye başladım. Gözlerimi kısmış bile olabilirim.

-X hanım bende lobbydeyim. Koltuklarda oturuyorum.

Bunu söylerken, söylediğim şeyin ne kadar geçersiz, boş bir bilgi olduğunu son anda fark ettim. Her yerde koltuklar ve koltuklarda oturanlar vardı. Bu arada bir grup check-out işlemleri dolayısıyla lobbyi kalabalıklaştırmıştı. Hemen tekrar lafa girdim;

-Ben tam concierge masasının önüne doğruyum.

Neden bir türlü aklımdakini anlatamıyordum ki. Bana doğru elinde telefonla yaklaşan bayan benden sadece 3 metre kadar uzaklıktaydı. Birbirimize gülümseyerek telefonlarımızı kapattık.

Hanımefendiyle beraber lobbyde bulunan restauranta geçerken wellcoming kızlarıyla göz göze geldik. Bana bakarak gülüyorlardı. O an, kapıdan girerken rezil olmadığım belki de sempatik görünmüş olabileceğim ihtimali aklıma geldi. Bu kendimi daha iyi hissettirmişti. Şimdi tamamdı.

Masaya oturduğumuzda ne ikram edebileceğini soran hanımefendiye çay cevabını verdim. Çayın yanında gelen ikram muhteşemdi. Eskiden toplantılarda masada bulunan yiyecek ve içeceklere kesinlikle uzanamayan ben, çayla beraber krudite tabağını çoktan tüketmiştim. Acaba beni görgüsüz ya da aç diye mi algılamıştır diye düşünürken, yememem durumunda bütün bunların çöpe gideceği bilmem beni biraz rahatlattı.

15 dakika kadar süren genel iş akışı konuşmalarından sonra kiralamak istediğim küçük balo salonuna doğru yürümeye başladık. Lobbynin bir kat altında bulunan, çok şık döşenmiş, mükemmel deniz manzarası olan salon. Genel teknik bilgileri alıp fuaye alanında yapılacak caz performansı hakkında konuşurken, yanımızdan bellboylardan biri geçti. Birbirimize baktık. Tabii ki gülüyordu.

-İyi günler efendim, dedi.

Bunu söylediğinde gerçekten de sempatik görünmüş olabileceğim düşüncesi iyice perçinlendi.

-İyi günleeerrr.. Teşekkür ederim.

Lobbyde ilerlerken 1-2 gün içinde tekrar görüşmek üzere hanımefendiyle tokalaştık. Hareketleri ve ses tonu pozitif duygu yüklü bu hanımla konuşmak beni çok iyi hissettirmişti. Bu görüşme boyunca zaten işten çokça da bahsetmemiştik. Hanımefendinin Zürih anıları oldukça ilginçti.

Bayanın yanından ayrılırken devasa ve çok yavaş hareket eden camdan döner kapıdan çıkma gerçeğimle yüzleştim. Bu sefer dikkatli çıkıp kendime güldürmemeye çalıştım.

Sabahtan beri aslında Çamlıca tarafında yapacağım son toplantıyı düşünüp duruyordum. Bugün karşıya geçmek istemiyordum. Mesafe yakındı ama istemiyordum işte. Ve telefonum çaldı. Evren yine yapacağını yapmış istediğim şeyi oldurmuştu. Toplantı ileri bir tarihe ertelendi.

Son tahlilde yine ne düşündüğümle değil, nasıl düşündüğümle ilgilenilmişti.

İşte şimdi kendime bir çökertme ısmarlama zamanı...





11 Eylül 2011 Pazar

5 Eylül 2011 Pazartesi

Manzara Münazara




Bırakın manzarayı, denizi, köprüyü, 'diğer yaka' yı..
Kafanızı kaldırıp bulutlara bakın. Bulutların üzerini hayal edin.
Şimdi gözünüzü kapatın ve oradan bakmaya çalışın.
Aslında olmanız gereken yer orası değil mi?



2 Ağustos 2011 Salı

YAHU

Efendiler,
Blog'a yazı yazmayalı yaklaşık 1 sene olmuş. Bir allahın kulu da çıkıp "yaww Ufuk niye yazmıyon" dememiştir. Bu, üzerinde durulması gereken ciddi bir boşvermişlik meselesidir. Sizlerin boşvermişliği..
Halbuki beni dürtseniz, ikaz etseniz, 'madem yazmican bari blogu kapat aq' deseniz yazmazmıyım eyyy haleti ruhiyeleri büzüşesiceler. Yani şu herşeyi benden bekleme huyunuz yok mu..
Neyse ben bu konuyu fazla uzatmicam. Sonuçta eğlenmek için burdayız. Bir de aslında ben bu yazıyı telefonumdan yazıyorum. Acaba nasıl duracak diye deneme babında..
Şimdi annem cagırıyo. Sahur yapacaz. Balmumundan..

02/08/2011
03:18

14 Ağustos 2010 Cumartesi

83

Değerli okuyucularım,

Birazdan okuyacağınız hikaye gerçektir (Based On A True Story hesabı). Hikayeyi bir bankada görevli arkadaşım anlatmış, ve tabii bana da sizlerle paylaşması düşmüştür.

Hikayemiz bir bankanın genel müdürlüğünde başlar.Kahramanlarımız sırasıyla Çöpçatan (Ç), Kız (K) ve Erkek (E) arasında geçer.

Efendim kimin, kimden, neyi!! istediğini tam olarak bilmiyorum ama Ç'miz üzerine düşen görevi layıkı ile yerine getirir ve K ile E'yi tanıştırır. Tabii E ile K birbirlerini daha yakından tanıyabilmek için bir akşam başbaşa yemeğe çıkarlar.

Yemekte muhtemelen havadan-sudan-tahtadan konuştuktan sonra karşılıklı soru bombardımanı faslına geçilir -ki normalde ben birisiyle başbaşa yemeğe çıksam neler sorulduğunu hala bilmemekteyim-. Bir E bir K, bir güreşçi gibi birbirlerini sırayla el ense yaparlar. Hatta zaman zaman eller kıspetin içine bile daldırılır. Ve E dayanamayıp;
-83'lü müsün? (yazıyla: seksenüçlü müsün?)

diye sorar. Biz erkeklerce gayet normal olan bu soruya cevap çok sert gelir;

-Ne diyosun be sen? (yazıyla: salak manyak?)

E daha ne olduğunu bile anlayamadan, K birşeyler daha zırvalayıp olay yerinden hızla uzaklaşır. E anlam verememiştir. E şaşkındır. E çaresizdir. E sinirlidir. Ama en önemlisi E açtır. Yemeğini yer ve oda gider...

Ertesi gün Ç'ye hesap sorma günüdür. İlk E gider;

-Yawww Ç. Benle tanıştırdığın K'nın sanırım yaşıyla ilgili problemleri var. 83'lü müsün diye sordum bana bla bla bla... sonrada vıdı vıdı vıdı... bi daha da ıvır kıvır zıvır...

der. Tabii Ç'de olaya inanamaz. Durumu toparlamaya çalışsa da kol kırılmış ve maalesef yen içinde kalmamıştır. Ç mahçuptur. Ç pişmandır. Ç sinirlidir. Hemen ve derhal K'yi arar. Neden böyle birşey olduğunu sorar. K'de derki;

-Yawww Ç. Benle tanıştırdığın E sanırım manyağın biri. Bana 'sekse düşkün müsün?' diye sordu. Bende tabii onu payladım ve gittim.

der. Ve bir beraberlik daha başlamadan biter...

Evet sevgili okurlarım. Kıssadan çıkaracağımız hisse ne imiş; sekse düşkün olmasanız bile düşkünmüş gibi davranın. Birşey kaybetmez, belkide bir sevgili kazanırsınız.

Renkli rüyalar.