Ayı hatırlayamayacağım ama sene, bu sene. Günlerden Cuma.
Nasıl bir can sıkılması yaşıyorum, tabirde biraz zorlanabilirim ama herhangi bir
planla gelen ilk kişinin elinde kalıcam, o derece. Artık beni içmeye mi götürür, gezmeye mi,
şehir dışına çıkar yeni yerler mi keşfederiz bilmem… Hal böyleyken gelen ilk teklif, tabii ki Cuma
günü olması hasebiyle Taksim’e gitmek oldu.
Teklif geldiğinden mütevellit benim götüm biraz kalktı
sanırım. Bi rahatlama geldi. Buraları çok fazla uzatmayayım, toplamda 6 kişi
önce Nişantaşı’na oradan da Taksim’e gitmeye karar verdik.
Nişantaşı klasik. Kasmık insanlar topluluğu ve şu wanna be
diye adlandırılan özenti sünepeler arasında biraz cilalanıp dens ettikten sonra
koyulduk yola Taksim’e varmak üzere.
Artık mekandayız. İçiyoruz.
İlk içkileri benim aldığımı hatırlıyorum ama, sonradan gelen içkilerin bağını
hiç sormadım. Ardı arkası hiç kesilmiyor, daha elimdeki kadehi bitirmeden
yenisi tutuşturuluyor, shot bardakta laga lugalar ve daha neler neler…
Gece 2 gibi artık hepimiz güzel olduk.
Muhabbet gırla devam ederken barın önünden bana doğru gelen
bir adam dikkatimi çekti. Arkasında bir adam daha var. Fakat benim göz teması
kurduğum adamı ben bir yerlerden tanıyorum. Tanıyorum da, nereden?
Adam belli ki metalci, yaşı benle yaşıt ya da 1-2 yaş büyük,
benim boylarda, saçları sırtına kadar uzanmış, güleç yüzlü bi adam. Birbirimize
bakar halde olduğumuz ve onun beni tanıdığından emin olduğumu düşündüğüm anda,
aklımdan geçen düşünce ‘’belli ki tanışıyoruz, bari o selam vermeden ben selam
veriyim..’’ oldu. Belki ses tonundan ya da bana eskilerde takılmış bir lakap,
muhabbet arasında geçecek üçüncü kişi muhabbetleri onu hatırlamama yardımcı
olacaktı.
Birbirimize doğru yaklaşıp tokalaştık. ‘’Naber abi yaa’’
dememle birlikte ikimizde sarıldık. ‘’iyidir abi senden naber’’ derken, ellerimizle
birbirimizin sırtına falan vuruyoruz. Kesin tanışıyoruz yaaa, samimiyete
baksana kardeşim.
İki salak düşünün, barın önünde sarılmışlar, boş boş ‘naber
abi?’, ‘iyidir abi’, ‘nasıl gidiyo’, ‘e aynı be’ diye birbirlerini tanımaya
çalışıyorlar. Tabii ki asıl salak ben, o ayrı..
Tüm gemilerimi yaktım ve ‘hocam biz senle nerden tanışıyoruz
yaa?’ dedim. ‘yaniiii, bilmiyorum abi…’ demesiyle hatırlamam bir oldu. O an başımdan
belime, oradan da çatal aramı geçip ayaklarıma kadar uzanan kaynar suyu
hissettim.
‘Tabii yaaa, hocam hatırlasana Akmar pasajında ne
muhabbetler ediyoduk’ dedim -ki alakası yok. Üst katındaki sahaflara defalarca
gitmişliğim var fakat Akmar?
Lafı fazla uzatmayayım, ayaküstü birkaç kelam daha edip,
samimi kahkahalarımızdan sonra gecelerimizin iyi olması dileklerimizi dileyip
ayrıldık. Ne olursa olsun, belki bile beni arkadaşlarına anlatırken salağın
teki, şapşal, hıyar, denyo diye anlatıyordur ama, bende bıraktığı intiba efendi
bir adam olmasıydı.
Teşekkürler Ogün Sanlısoy.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder